Vatan şairimiz Mehmet Akif Ersoy, Çanakkale Savaşı’nın o korkunç, o kan donduran sahnelerini, Türk askerinin canını ortaya koyarak yapmış olduğu destansı mücadelesini “Çanakkale Şehitlerine” şiiri ile ölümsüzleştirmiştir. Fakat burada önemli bir nokta ise şudur. Şair bu eseri ayrı bir eser olarak yazmamış, “Safahat” adlı kitabında Asım’a eklemiştir. Ayrı bir eser olarak yazmaması belki de İstiklal Marşında yarışmaya katılmak için yarışmanın kurallarının değiştirdikten sonra o eserin kendisine ait olmadığını düşünüp, Safahat’ına almaması ile yaptığı hassasiyetin bir diğer örneğidir. Türk askerinin o muhteşem mücadelesinin üzerine mükemmel bir eser ortaya koymak ne kadar doğru ki zaten? Bu şiiri okurken veya dinlerken, gerçekten bu şiiri irdeleyip anlamına ulaşan bir insanın her satırında ayrı düşüncelere dalmaması içten bile değil. Daha sonra bizler bu şiiri okuyup anladıkça, şiirin ruhuna eriştikçe, altında yatanları açığa çıkarıp Türk askerinin dillere destan hikayesini dinledikçe, bu hikâyeyi ne kadar kusursuz bir şekilde ele alındığını gördüğümüz içindir sanırım şiire “Çanakkale Şehitlerine” adını vermeyi uygun görmüşüz ve şiiri akıllarımızda unutulmayacak bir noktaya yerleştirmişizdir.
Şiirin birinci bölümünde şairimiz bize Çanakkale Savaşı’nın özelliklerinden bahsetmiş, Çanakkale Savaşı’nı bizlere anlatmıştır. İkinci bölümde daha çok askerimizden, askerimizin yaşadıklarından, sıkıntılarından ve kahramanlıklarından bahsetmiştir. Üçüncü bölümde şair askerlerimiz hakkında görüşleri, övgüleri, askerlerimiz için yapmak istedikleri anlatmıştır. Mehmet Akif, o günlerin içinde yaşamış bir şairimiz olarak askerimizin ne şartlar altında vatan görevlerini yerine getirdiklerini biliyordu. O zor şartlarda; yiyecek bir lokma ekmekleri yokken, düşmana sıkacak cephaneleri, kendilerini koruyacak kıyafetleri yokken neler yaşadıklarını neler hissedip neler düşündüklerini o biliyordu, hissediyordu. Bunca şeye karşın savaşan askerlerimize övgü yağdırmadan duramamış ve bu müthiş eseri ortaya koymuştur. Ve dördüncü bölüm olarak adlandırdığım son bölümde ise benim görüşümce bu savaşın, bu başarının eşi benzeri olmayan bir durum olduğunu “Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran, / O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;” sözleri ile anlatmaya çalışmıştır şair.
Mehmet Akif, karşılıklı konuşma şeklinde eserlerini yazmış ve bazen de karşısında biri varmışçasına sorular sormuştur. “Şu Boğaz harbi nedir?” sorusu ile savaşın önemini vurgulamış, “Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.” Derken ise savaşın büyüklüğüne, düşman askerinin donanma sayısına değinmiştir. Zira bu savaşa yaklaşık olarak 500.000 kişilik bir katılım olduğunu düşünürsek o küçücük karaya ne kadar kalabalık bir şekilde saldırdıklarını anlıyoruz. Bu sayı ile savaşta yaşanan Türk askeri kaybımız -şehit, yaralı, hasta, kayıp- yaklaşık 250.000 bilinmektedir. Bu ve daha birçok özellikler Çanakkale Savaşı’nın Dünyada eşi benzeri bulunmayan bir savaş haline gelmesini sağlamıştır. “En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.” Kelimeleri ile o en kesif, en sağlam, en sığ şekilde düşmanların yüklendiğini dile getirir. Türk askerinin karşısında sayıca çok fazla olan düşman adeta bir leşin üstüne çöken akbaba misali idi. Bunu da “Ne hayasızca tahaşşüt ki ufuklar kapalı!” sözleri ile çok güzel bir şekilde anlatmıştır bize Akif. Hatta Mehmet Akif’in buna benzer bir ifadeyi İstiklal Marşında şu şekilde kullandığını görürüz: “Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar.” Bu ifadeler düşman sayısını, bu şartlarda neredeyse imkânsız gibi görülen galibiyetin sözleridir aslında. Peki, “Nerde gösterdiği vahşet ile ‘bu: bir Avrupalı’” Bir satıra bu kadar anlam yüklemek… İnanılmaz. Bu bir Avrupalı diyoruz; modern, batılı, en iyisi… Aslında her şeyin düşünüldüğü gibi olmadığını anlatıyor şair. Avrupa denilince akıllarına medeniyet, gelişme, ilerleme gelenlerin de uyanmasını istiyor Mehmet Akif. Avrupalının gerçek yüzünü göstermek isteyen şair aynı ifadeleri İstiklal Marşında da şu şekil de kullanıyor: “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar.” Avrupalılar bize karşı neden bu şekilde vahşet gösterilerinde bulunuyorlardı? Bu savaşın görünen tarafı kadar görünmeyen tarafları da vardır ve hatta daha fazladır. Çok fazla tarihi detaylara girmeden asıl sorunu Boğazlar olan Avrupalıların ticaret kapıları kapalıydı. Çünkü Akif’in de söylediği gibi bu ufacık kara parçasına bunca donanmayla gelmeye gerek var mıydı? “Eski Dünya, yeni Dünya, bütün akvam-ı beşer” Türkler hakkında hiçbir bilgisi olmayan, güzel vaatler ile kandırılmış; kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela onlarca binlerce insanlar o ufacık kara parçasına akın etmiş ne amaç uğruna orada olduklarını bilmeden ve yine o hayallerini süsleyen vaatler ile savaşa sürüklenmiştir. Kimileri bir köstekli saate, kimileri bir şişe viskiye, kimileri ise daha iyi bir yaşam için Fransa’ya gitme yalanlarına inandırılmış renkleri, dilleri, dinleri, çehreleri farklı; Avustralya’dan, Kanada’dan, Hindistan’dan getirilen daha kendi içlerindekileri bile doğru düzgün tanımayan onlarca insan tek bir amaç doğrultusunda orada toplanmıştı. Tek bir ortak amaçları vardı. Bir vahşet gerçekleştirmek. İşte bu vahşet uğruna şehit askerlerimizin üzerine kurşun sıkmak, uçaklardan yağan bombalar yetmezmiş gibi makineli tüfekler ile askerimizi çivi yağmuruna tutmaları Akif’in açısından sadece hissizliğin, yırtıcılığın ve leş yiyen sırtlan kümelerinin yapabileceği türdendi.
Ah o “Mahluk-i asil” yaratılanların en şereflisi. İnsan! Ne derler, insan meleklerden daha üst mertebeye çıkabileceği gibi hayvanlardan da aşağı mertebeye düşebilir. Çok muhteşem bir tamlamadır mahluk-i asil. Avrupalıların ne kadar sefil ne kadar insanlıktan yoksun olduğunu gösterir. Mehmetçiğe karşı yapılan zulmü, o iğrenç davranışları anlatır bize Mehmet Akif. İtilaf kuvvetlerinin asıl amacı Osmanlıyı ve Müslümanlığı ortadan kaldırmaktı. Bu yüzden Osmanlı’nın her karış toprağında katliam yaptılar.
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vadilere, sağnak sağnak.
Bombaların, topların, güllelerin, mermilerin havalarda uçuştuğu; gökyüzünün kızıl bir renge büründüğü, atılan bu topların yeryüzünü deprem gibi salladığı, gökyüzündeki havai fişeklerin adeta geceyi gündüze çevirmesi ve bir Mehmetçiğe atılan 715 merminin o arslan neferin göğsünde söndüğü bir tablo düşünün. Düştüğü yeri cehenneme çeviren ve insanları eriten lağımlar. Bitti mi? Yetti mi bu savaşı anlatmak için bütün bunlar? Yetmedi, yetmez, yetemez! Göğün ölüm indirmesi, o uçaklardan atılan bombalar mı dersiniz. Peki ya yerden nasıl ölü püskürür? Bu nasıl bir vahşettir? Bu nasıl olabilir? İşte o tablodaki bombaların; bedenleri, ölü bedenleri tekrar havaya kaldırıp parçalamasıdır. İşte o tablonun en acı manzarası da şudur: paramparça olmuş kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ve ayaklardır. Tarihi belgelerin savaşta gazi olan askerlerin neredeyse şehit askerlerin sayısı kadar olduğunu belirtmesi de bu vahşeti gözler önüne serer. Peki bu tablo nasıl bu kadar muazzam bir şekilde çizilebilmiştir? Savaş gazilerinin anılarında şu cümleler geçer: “Acaba Mehmet Akif, Çanakkale’de yanımızda savaşıyordu da biz mi görmedik?” Onlar bu sözlerinde haklıydılar. Akif bu savaşta yaşanılanları bir fotoğraf karesi gibi, kameraman gözüyle okuyucusuna aktarmıştır. Bedenen orda değildi belki fakat ruhen Çanakkale’de Mehmetçik ile beraberdi. Onun sonsuz vatan sevgisi bir an olsun azalmamıştı. O ruhen Çanakkale’de idi. Bir savaş tablosu şiire ancak bu kadar güzel bir şekilde nakşedilebilirdi.
Mehmetçiğin nasıl başarılı olduğu konusunda da Akif şu sözleri söylemiştir: “Alınır kal’â mı göğsündeki kat kat iman? Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm? Çünkü te’sis-i İlahi o metin istihkâm.” Göğsündeki kat kat iman oldukça Mehmetçik bu savaşı asla kaybetmeyecektir. Ve her kim gelirse gelsin onu asla esir edemeyecektir. Bu aşamada karşımıza çıkan “Hâşâ” kelimesi, adeta söylenmesi dahi mümkün olmayan günah bir sözdür. Buna benzer bir cümleyi İstiklal Marşı’nda şu şekilde görüyoruz. “Doğacaktır sana v’ad ettiği günler Hakk’ın.”
“Asım”, Mehmet Akif’in ideallerindeki bir Türk gençliğidir. Mehmet Akif bu şiirinde de Türk gencine seslenmeyi unutmamış ve gençliğin namusunu çiğnetmediğini ve çiğnetmeyeceğini belirtmiştir. Her karış toprağın şehit koktuğu Çanakkale; dağıyla, taşıyla, ovasıyla şehit kanı ile yoğrulmuş bir vatandır. Ne demiş şair: “Şüheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar.” Şehitler, kefensiz bir şekilde bu ufacık kara parçasının topraklarında yatmaktadır. Yine İstiklal Marşında “Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı: / Düşün altında binlerce kefensiz yatanı.” Sözleri ile dile getirmiştir. Türk askerinin hiç kimse karşısında boyun eğmeyeceğini, esir düşmeyeceğini bilen Akif, şu sözleriyle yine harika bir söyleme imza atmıştır: “O rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar.” Türk halkı, Türk askeri sadece Allah’a secde etmektedir. Akife göre bu namaz eğer olmazsa Türkler hiç kimse karşısında boyun eğmezler ve asla esir olmazlar.
Şiirin en anlam yüklü beyitlerinden biri de: “Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, / Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!” Tertemiz bir alın, günahsız insanların, çocukların, daha bıyıkları terlememiş Mehmetlerin alnıdır bu alın. Akife göre bunlar bir güneştir. Güneş Dünya’nın olmazsa olmazıdır. İşte Akif’e göre bu gençler ülkenin geleceği, ışığıdır. Ama onlar ülkemiz üzerinde güneş batmasın, bayrağımız sonsuza kadar dalgalansın diye canlarını feda etmişlerdir. “Bir hilâl uğruna” diyerek ilk bakışta sanki önemsiz bir şey gibi gözükse de aslında şairin söylemek istediği, bayrak için gerekirse binlerce güneşin batabileceğidir. Bu kahraman mücadelenin sonunda şehit askerlere seslenen Akif’in kaleminden şu kelamlar düşmüştür:
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Bu topraklar uğruna, bu topraklarda savaşıp yine bu toprağa dönmeyi göze alan; Allah yolunda şehit olan bu askerlerin övülmeleri gerektiğini düşünen şair, şehitliğin ulvi bir makam olduğunu dile getirmiştir. Bu şanlı mücadeleler sonucunda başarılı olan askerimiz için gökten ecdadın inmesi de pek şaşılacak bir durum değildir Akif için. Mehmetçiğimizi Bedr’in arslanlarına benzetmişti çünkü eğer Bedr’de Müslümanlar mağlup olsaydı İslam’a zarar gelebilirdi. Burada da Allah’ın ordusu, Osmanlı ordusu mağlup olsaydı yine İslam’a zarar gelebilirdi.
Bir naaşın girebileceği mezar ortalama beş metredir. Fakat tarihe mal olmuş, büyük mücadeleler göstermiş bir ordunun beş metrelik bir makbere sığmayacağı aşikardır. “Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? / 'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın.” O makber yalnız bir askerin değil, tüm Türk halkının kalbinin de olduğu bir mezardır. “Gömelim gel seni tarihe desem, sığmazsın.” Tarihte birçok savaş ve mücadele vardır. Fakat Mehmet Akif bu noktada Türk askerinin bu destansı mücadelesinin hiçbir tarihin sayfasına sığmayacağının farkındandır. Bu olağan üstü galibiyeti birçok kitap yazsada Akif, bu galibiyetin hiçbir kitaba sığmayacağının farkındandır ve şu sözleri söylemiştir: “Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb... / Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.”
Onların hâlâ ölmediklerini bilen şair, tüllenen kızıl akşamları da askerlerimizin yaralarını sarmak için kullanır. Ve bu yapacaklarının onların kahramanlıklarının yanında bir hiç olduğunu belirtmek adına “Yine de bir şey yapabildim diyemem hatırana” sözleri ile kendi gerçekleştirmek istediklerini kahraman ordunun yaptıkları yanında bir hiç olduğunu vurgulamış olur. Şiirin son bölümünde Mehmet Akif’e göre Çanakkale başarısı kahramanlık bakımından diğer mücadelelerle ve başarılarla karşılaştırılamayacak kadar üstündür. Şehitlerin ruhunun yıldızlarla birlikte gökyüzünde var olacağını dile getiren şair, zaten onların kabirlere sığamayacağı gibi asırlara da sığamayacağını söyler. Son olarak Mehmetçik’e seslenen şair, “Heyhat” diyerek Mehmetçik’in kahramanca mücadelesine övgüler dizmekte, göklerin ve bu dünyanın onlara dar geldiğini söylemektedir. Mehmet Akif, şiirin sonunda Mehmetçik’in kendisinden bir mezar istememesini söyler. Çünkü şehitlerimiz için Hz. Muhammed kucağını açmış onları beklemektedir. Ve son olarak da bu destansı mücadelenin sonunda ortaya çıkan, tarihe altın harfler ile değil kanla yazılan “Çanakkale Geçilmez!” sözüdür…
Comments