Hayatımızın neredeyse her anında dilimizde olan bu kavramı, akla gelen ilk anlamının dışında incelemek istiyorum. Söz konusu kavramın, yaşadığımız herhangi bir zorluk ve güçlükten öte yetersizlik boyutunu çağrıştıran anlamını ön plana çıkartarak başlayabiliriz.
Aslında mevzubahis olan konu madalyonun iki yüzü denilebilecek keskin uçlu bir anlama sahiptir. İki farklı ucu incelemek düşünceye anlam katacaktır.
Tipik (toplum tarafından normal olarak adlandırılan) insanların hayatlarında karşılaştıkları zorlukların engel olarak nitelendirilmesi
Anormal (toplum tarafından ötekileştirilen) insanların hayatına egemen olarak türlü yetersizliklerin engele dönüşmesi
Gruplandırdığım iki seçeneğin madalyonun iki yüzü olarak somutlaştırmamın nedeni gece-gündüz kadar farklı olması ve neredeyse hep bir yüzünü görüyor olmamızdan kaynaklanıyor.
Gündelik hayatımıza baktığımızda ilk maddeyi yoğunlukta görürüz. Bunun nedenini bulmak çok da zor olmasa gerek. Her konuda olduğu gibi "ezici çoğunluk" burada da geçerlidir.
Çoğunluk (sayısal olarak fazla olanlar, kendi ve kendi gibi olanların oluşturduğu hakimiyet) söz konusu olduğunda bu grubun dışında kalan bireylerin öteki olduğunu görürüz. İçinde yaşadığımız toplumdan tutun da en uç toplumların yaşamına kadar süreç aşağı yukarı aynı işler. İstisnaların söz konusu olduğu durumlar da söz konusudur. Bunu da gelişmişlik düzeyi ile açıklayabiliriz. Tanımlanan istisnanın olağan hale gelmesini amaçlayarak yazının devamını kurgulayabiliriz.
Normal ve anormal kavramlarını birbirinden ayıran kavram "farklılık" kavramıdır. Bu farklılık dediğimiz kavramı az önce de belirttiğimiz gibi ezici çoğunluğun dışında kalan öteki olarak nitelendirmiştik. Söz konusu "öteki" aslında bir azınlıktır. Toplum içerisinde daima olmuş olan bu durum onun toplumla bütünleşmesinin tam aksine ayrışmasına yol açmıştır. Şu anda da bu konunun belli bir düşünce olarak belirip yazıya dökülmesinin nedeni bu ayrışmaya karşı bir başkaldırıdan başka bir şey değildir.
Bu başkaldırının en önemli fikirsel dayanağı, anormal olarak adlandırılanın aslında normalin çeşitli bir versiyonu olduğunu kabul etmenin gerekliliğidir. Sırf ezici çoğunlukla aynı, benzer özellikleri göstermiyor diye bir kişinin öteki olduğunu iddia etmek onu dışlamaktan başka hiçbir şeye hizmet etmez. Bu dışlamanın sonucunda da birbirine benzeyen insan kitleleri dışında hiçbir şey göremez oluruz çünkü doğal olarak öteki denilenlerin toplumdan ayrışması artacağı için görünürlükleri azalacaktır. Görünür olmayan bir şeyin de yok olduğunu iddia etmek pek de yanlış olmayacaktır.
Toplum olarak bilinçli veya bilinçsiz yapılan bu dışlama işleminin bir tarafın yok olmasıyla sonuçlanacağını çoğu kişi göz önüne almaz. Oysaki her bireyin varoluşundan itibaren çeşitli haklara sahip olduğunu bilmemiz gerekmektedir. Sırf bizim gibi değil diye herhangi bir mertebe durumunun söz konusu olmadığını ifade etmek gerekir. Buradaki sınırı koyacak olansa herhangi bir insan çoğunluğu değil insanüstü bir iradedir. Bu iradeyi de ancak ve ancak insanın kendisi inşa edebilecektir.
Neden böyle bir düşüncede bulunuyoruz? Aslına bakarsak, güçlü bir toplum ideali ne bahsedilen ahlak ne de bahsedilen namus vb. kavramlardan öncelikli olarak geçer. Öncelikli olarak her bireyin eşit, farklılık denilen kavramın aslında normalin çeşitli bir versiyonu olarak kabul edilen, ayrıştırmayan ve her noktada birleştiren bir yapıda olmasından geçer. Bu yüzden çoğunluğun karşısında azınlık olarak bırakılan kavramın çoğunluk adı altındaki yoğun yapıya katılmasının önü açılmalıdır. Bu nasıl mümkün olacak?
Baktığımızda toplumun en başından sonuna kadar kök salmış düşünceler üstünlük kaygısıyla örülmüştür. Bu düşünce, toplum arasında soyut ve yeri geldiğinde de somut olarak açığa çıkmaktadır. Bu üstünlük kaygısı çoğunluk olanlara güç katabilirken, azınlık olanları ise öteki haline dönüştürmektedir. Bu öteki dayatması halihazırda güçlük yaşayan dezavantajlı bireylerin yetersizliklerini engele dönüştürmektedir. Buradan da anlaşılıyor ki hiçbir birey engele sahip olarak dünyaya gelmez, onu engele sahip veya "engelli" hale getiren şey halihazırdaki yetersizliklerin engele dönüşmesidir. Ne yazık ki bunun da suçlusu çoğu zaman toplumun kendisidir.
Oysaki bambaşka bir senaryo düşünebilmek mümkündür. Bir konuda çoğunluk olmamız onu tek gerçek olarak görmek değildir. Kendi gerçekliğimizin, çoğunluk tarafından da onay olması onu benimsemeyenleri bağlamamalıdır. Buradaki zenginliği asıl yok eden bu etki-tepki durumudur. Bu durumun toplumun geri kalanında oluşturacağı yıkıcı etkiler göz önüne alınmalıdır. Eğer böyle bir farkındalık durumu oluşursa toplumun her parçası etkin bir rol üstlenecek ve ayrışma oldukça aza inecektir. Aksi durumda ne olacak?
Günümüz toplumlarında ne oluyorsa tam da o olacak. Güçlünün kendinden güçsüze hükmettiği, kalabalığın azınlıkları yok saydığı, normal ve anormallerin yaygın olduğu bir toplum. Hiçbir insanın hak etmediği (çoğunluklar da dahil) bir yaşam toplumları ileri götürmekten öte geriletecek ve yozlaştıracaktır. Yetersizliği olan bireylerin yetersizliği engele daha çok dönüşecek herhangi bir sağaltımdan söz edilemeyeceği gibi toplumsal çöküş çok uzakta olmayacaktır.
Comments