Felsefede her daim tartışılan konular vardır. Gerçi felsefe budur; her daim bir şeyler tartışılır ve bir sonuca ulaşılamaz. Hamuru böyle yoğurulmuştur çünkü. Bunlardan birisi de dünyada “vuku bulan” kötülüklere bakarak şunu düşünmek olmuştur: Tanrı varsa ve mutlak iyiyse, o zaman neden kötülük var? Bunu felsefede şöyle adlandırıyoruz: kötülük problemi. Peki kötülük, her koşulda bir problem mi?
Ne demek istediğimi anlatmadan önce yazıma şöyle bir giriş yapmak istiyorum: Hanımlar ve beyler... Dövüş Kulübü’ne hoş geldiniz! Nereden aklıma esti derseniz, kült bir film olan, 1999 Amerika yapımlı “Dövüş Kulübü”nden esinlendim. Sizi niçin böyle karşıladığımı açıklayacağım fakat öncelikle söylemek istediğim bazı şeyler var.
“Kötülük” problemini herkes farklı şekilde yorumlayabilir elbet. Şunu belirtmek isterim ki, herkesçe bilinen kötülük problemini tartışmak için yazmıyorum bu yazıyı. Ben kendimce yeni bir problem yaratıyorum! İsmi ise “kötülük problem mi?” Aman yanlış anlaşılmasın, “vuku bulmayan” kötülüğün bir problem olup olmadığını soruyorum size aslında. Ah, sanırım daha açık olmalıyım. Vuku bulmayan kötülükten kastım nedir, izin verin açıklayayım.
Zamanında Carl Jung isimli bir psikiyatr, her insanda var olduğuna inandığı “gölge” isimli bir kavram ortaya atar ve yaptığı tüm çalışmalarla birlikte bugünkü psikolojinin kurucularından biri kabul edilir. Fakat Carl Jung, gölge ile ne demek istemiştir ki?
Gölge denilen şey, insanın içinde yer alan kötü taraftan başka bir şey değildir aslında ve Jung, bu gölgenin her insanda zorunlu olarak var olması gerektiğini savunur. Bu konuda sayın psikiyatra hak vermeden geçemeyeceğim. Bunu var oluşsal bir olgu olarak nitelendirebilirsiniz, tıpkı hücre zarına sahip olmamız gibi bir şey yani.
Ama esasında olay, hayatta kalmak için gölgeye ihtiyacımız olduğudur. Tüm benliğimizle hem de. Hepimizin içinde kötülük olmalı, olmak zorunda. “Peki o zaman nasıl iyi olacağız?” sorusunun cevabına ise içimizdeki gölgeyle savaştığımız zaman erişebiliyoruz ancak. Savaşı kazanırsak iyiliği seçiyoruz. Demek istediğim: İyi olmak için içimizde bir yerlerde kötü olmamız gerekiyor. Her şeyin zıttı ile var olduğu bir gerçek.
Bahsettiğim vuku bulmayan kötülük de buydu işte: gölgemiz. Herkesin içinde olması gereken kötülük. Bunun bir problem olmadığını söylüyorum fakat bu çıkarımı “Doğal olan her şey iyidir” gibi bir önermeyle temellendirmiyorum ki bu zaten yanlıştır. Bizler, içimizdeki şeytanı bilmeye muhtacız çünkü her zaman gölgesiyle olan dövüşünde galip gelemeyebiliyor insanoğlu ve sebep olduğu kötülük başkalarını etkiliyor. İşte bu durumda kötülüğü iyi bilmeliyiz ki karşı çıkabilelim. Kötülük nedir bilmeyen bir insan, nasıl olur da onunla savaşabilir ki?
İç savaşımızda ise dikkat edilmesi gereken bir husus var bence: Gölgemizi tanımak fakat onunla içli dışlı olmamak. Bu, gölgemize dönüşmemek için gereklidir ve Nietzsche’nin uçurum metaforuna çok benzer: Uzun süre uçuruma bakarsan uçurum da sana bakar.
Uçuruma düşmenin en güzel örneğini “Dövüş Kulübü” filminde görebiliriz. Filmin başrolü, bir gün Tyler Durden adında bir adamla tanışır. Film boyunca iki ayrı kişi olarak izlediğimiz bu zıt karakterli arkadaşlar, filmin sonunda tek bir insanda birleşir. Aslında en başından beri Tyler Durden, başroldeki adamın gölgesinden başka bir şey değildir.
Tyler’ın, filme ismini de veren Dövüş Kulübünde bir sahnesi vardır. Tyler, tüm dövüşçülerin karşısına geçer ve teker teker kulübün kurallarını saymaya başlar. Oldukça gizli tutulması gereken bu kulübün ilk kuralı şudur: "Dövüş kulübü hakkında konuşma." Daha sonra ise dövüş yapılırken uyulması gereken kuralları sayar.
Bense bu kuralları ve dövüşçüleri alegorik olarak düşünmekten alıkoyamıyorum kendimi. Karşı karşıya gelmiş iki dövüşçüden birini kişinin gölgesi, diğerini kişinin iyiliği benimsemiş yanı olarak görüyorum. Kısaca vicdanı dememde bir sakınca yoktur sanırım.
Yedinci kurala geldiğinde şunları söylüyor Tyler: "Dövüş, dövüşenler devam ettiği sürece devam eder."
Bunu sahneden bağımsız şöyle yorumluyorum: Nefes aldığımız süre boyunca gölge ve vicdan muhasebesi yapıyoruz. İster gölgemizin efendisi ister kölesi olalım... Peki bu sorumluluğu almak zorunda mıyız? Bu hayata, dövüş kulübüne, bir kere geldiysek kesin olarak savaşmalı mı gölgemiz ve vicdanımız?
Sekizinci kural şöyle der: Bu, dövüş kulübündeki ilk gecense, dövüşmek zorundasın.
Yaşamak ise biraz daha yüklenir insana: Bu, dünyadaki ilk gecense; sadece bu gece değil, her zaman dövüşmek zorundasın.
Hanımlar ve beyler,
Dövüş Kulübü'ne hoş geldiniz!
Madem buraya kadar geldiniz,
Gölgenizle dövüşeceksiniz!
Çirkin olmadan güzelin, yalan olmadan doğrunun, ölüm olmadan yaşamın kıymeti bilinmez. Daha iyi bir dünya için "yaşasın kötülük"