top of page

GÜNAH

Yazarın fotoğrafı: Nagehan USTANagehan USTA

"...Bir zamanlar Anadolu'da ücra bir yerde görev yaparken işte böyle bir gece yaşamıştık, dersin. Anlatırsın yani ne bileyim, masal gibi..."


Uzun zamandır Türk filmi izlememiş olmanın verdiği hasretle Nuri Bilge Ceylan'ın Cannes film festivalinde de adından söz ettirdiği "Bir Zamanlar Anadolu'da" filminde almak istedim soluğu. Lakin soluk almak şöyle dursun, film yer yer soluk almamı dahi engelledi. Neyin tecellisiydi bu etki, inanın bilmiyorum. Belki ceset sahneleri, belki de hayatın gerçekleri?


Gecenin bir yarısı, 71 plakadan Kırıkkale'de olduklarını anladığım üç araba gidiyordu bozkırın ortasından. "Yalnız iki yoldaş uyanık" demiş ya Necip Fazıl: "ben ve serseri kaldırımlar" Bu sefer öyle değildi: doktor, savcı, komiser, jandarmalar, Arap, kürekçiler, zanlılar ve toprak yollar. Fakat yollar, serseri olmak için fazla gariban ve yalnızlar. Coğrafya kaderdir derler ama ben coğrafyanın kendisinin de bir kaderi olduğuna inanırım. Üstü çorak olunca, toprak da yalnız kalıyor.


Zanlı Kenan, Yaşar adında birini öldürmüş. Yaşar ve karısının ise bir oğulları var ancak çocuk biyolojik olarak Kenan'ın. Yaşar, karısı tarafından aldatılmış ve Kenan sarhoşken bunu ağzından kaçırmış. Sonrasında ise olay patlak vermiş anladığımız kadarıyla. Fakat Kenan öldürüp gömme sürecinde oldukça sarhoş olduğundan maktulün yerini hatırlamıyor ve yukarıda saydığım tüm kadroyla beraber seyirciyi de çok uzun bir süre peşinden sürüklüyor. Hep beraber bir cinayetin toprak altındaki izini arıyoruz. Fakat filmindeki tek ölünün Yaşar, tek katilin de Kenan olmadığını yavaş yavaş anlıyoruz...


Hayat koşulları bazı noktada insanı donuklaştırıyor, ruhunu öldürüyor. Fakat bu yüzden içlerinde duvar örenleri suçlamıyorum, suçlayamıyorum. Bir yandan görevi gereği ceset ararken bir yandan da yanındakilerle yoğurdun nasıl olması gerektiği muhabbetini yapan komisere kızamıyorum mesela. Düşünüyorum da bazı noktalarda ruhu öldürmek o kadar da kötü bir şey olmasa gerek. Dünya hassas kalpler için cehennemdir, demiş ya Goethe. O hesap.


Film devam ederken dünya da dönmeye devam ediyor fakat Ceylan bunu o kadar ciddiye almış ki, belki bir saatte anlatılabilecek hikayeyi iki buçuk saatte anlatmış. Yer yer sıksa da iyi ki öyle yapmış diyorum ama. Diyaloglar ve sinematografi zaten müthiş. Anadolu’nun birebir kopyası. Fakat asıl olan hayatın doğal akışını oldukça başarılı bir şekilde filme yansıtması. Olgunlaştıktan sonra dalından kopan bir elmanın yokuş aşağı yuvarlanıp akarsuya düşmesi ve orada diğer çürümüş elmalarla buluşmasını kameraya alacak kadar doğal bir akış... Aslında bu elmanın hikayesi de tıpkı bir insanın hikayesi gibi. Elma, insanın ta kendisi. Adem'i Adem yapan da yasak bir elma değil miydi neticede?


İnsanın her daim aciz kalacağı o yasak elmadan beri belliydi. "Günaha yaklaşma" diyen Tanrı'yı dinlemeyerek aciz kalmadı yalnızca. İnsanoğlu sadece günahlara karşı değil, her şeye karşı acizdi. Film bunu çok güzel anlattı. Kenan katildi, merhametsizliğin başrolüydü ama tezatlık şu ki merhamete karşı acizdi. Doktor ona sigara verdiğinde filmin başından beri doğru düzgün konuşmayan Kenan o vakit dile geldi, mahcubiyetle "Sağ ol" dedi. Dinlenmek için bir köye sığındılar, muhtarın kızı herkese çay ikram ederken ona da verdi diye içli içli ağladı. Babalığı karşısında da acizdi. Komiser, Kenan'ı konuşturmak için döverken bile "Sen iyi bir adama benziyorsun, oğluma ben hapisteyken sahip çık" cümlesi döküldü dudaklarından. Ceset nitekim bulunup otopsi için hastaneye getirildiğinde Kenan da beraberinde getirilmişti. Polis arabasından dışarı çıkarıldığı zaman onu gören oğlu kafasına taş atınca da çok ağladı mesela.


Savcı ise emir komuta zincirinde oldukça güç sahibi olsa da karısını aldatacak kadar güçsüzdü. Doktorla bir sohbetleri vardı: "Bir arkadaşımın..." demişti savcı. "Bir arkadaşımın karısı 'Ben doğum yaptıktan sonra öleceğim' demişti ve gerçekten o zamanda ölüverdi." Doktor diğer doktorların ölüm hakkında ne dediğini sordu. "Kalp krizi" diye açıkladı savcı. Israrla zamanında otopsi yapılması gerektiğini savundu doktor. Savcı ise gerek olmadığını ve ölüm nedeninin zaten belli olduğunu söyledi. Doğruydu esasında, kalp kriziydi. Savcı da en başından beri böyle düşünmüştü. Fakat filmin sonuna doğru doktorun şu sözüyle uyandı bazı gerçeklere: "Bazı haplar" demişti. "Aşırı doz alımında kalp krizini tetikleyebilir. Digoksin gibi mesela." İşte o vakit savcı, haplar da tanıdık gelince kadının ölüm nedeninin intihar olabileceğini anladı. O kadın aslında savcının karısıydı. Savcı karısını aldatmıştı ve karısının onu affettiğini düşünmüştü ama affetmemişti. Çocuğunu doğurmuş ve sonrasında kendi yaşamına son vermişti. Hayatını cinayet çözmeye adayan savcı, bir cinayetin parçası olmuştu.

-Ya doktor, bir insan bir başkasını cezalandırmak için hakikaten kendini öldürebilir mi? Olabilir mi böyle bir şey ya?

-Zaten intiharların çoğu başka birini cezalandırmak için yapılmıyor mu, savcı bey?


Doktoru sorarsanız bu hikaye içinde bir yere kadar oldukça masumdu denilebilir. Hatta doktora filmin izleyicisi rolü yüklemiş Ceylan. Buna doktorun bir ara direkt olarak gözlerini kameraya dikmesi ve seyirciyle bakışması ama baktığı şeyin aslında karşısındaki ayna olması sonucunda ulaşıyorum. Fakat yönetmen filmin sonuna doğru doktoru da bizi de suça ortak ediyor ve şöyle bir sahne gerçekleşiyor: Doktor, Yaşar'ın otopsisini yaparken soluk borusunda toprak fark ediyor ve diri diri gömülmüş olabileceği kanısına varıyor fakat bunu saklıyor. Bunu tahminimce zanlı daha fazla hapis cezası yemesin ve oğluna erken kavuşsun diyerek yapıyor fakat adaletin hakkıyla tecellisini engellediği için bir günaha ortak olmuş oluyor ve tam o anda otopsiye yardımcı olan tekniker Yaşar'ın kanını yanlışlıkla doktorun yüzüne bulaştırıyor... Onlar otopsi yapadursunlar, filmde de yavaş yavaş perde kapanıyor... Hastane yakınlarındaki bir okulun bahçesindeki çocukların cıvıl cıvıl sesi ve otopsi aletlerinin çıkardığı sesin karışmasıyla birlikte... Hayat da böyle, demek istiyor usta yönetmen. Bir yandan acı bir yandan tatlı. Ama çok doğru bir noktaya parmak basmadan da geçmiyor:


"Neticede olan çocuklara oluyor, doktor. Herkes yaptığının cezasını çekiyor, çocuklarsa büyüklerin günahını..."

 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör

KENDİMİZLE UFAK BİR HESAPLAŞMA

Hani herkesin küçüklüğünden hatırladığı parça parça bazı anılar olur ya, bilirsiniz. Bir mantığı ve nedeni olmasına gerek yoktur, beyin o...

Comments


bottom of page