Bu yazıyı yazma fikri, aklıma geçen gün yani 29 Eylül'de "Kuru Otlar Üstüne" filmini izlerken gördüğüm bir sahneyle geldi. Aslında daha önceden örneğini "Fleabag" dizisinde görüp üzerine düşündüğüm bir anı, bu filmde de görünce sanki yapboz parçaları birbirine oturdu. Sonucunda da işte bu yazı ortaya çıkıyor.
Yazımın konusu, savunmasız ve hassas olmadığımız sürece arzu edilebilir olamaz mıyız?
Öncelikle kafama bu düşünceyi sokan ilk örnek olan "Fleabag" örneğiyle başlayıp neyden bahsettiğimi kafanızda biraz canlandırabilmek istiyorum. Fleabag bildiğimiz üzere utanmaz, duygularını ve hassaslığını kimseye kolay kolay göstermeyen ve genel etik algılarına uymayacak şekilde cinselliğin açıkça yaşandığı bir örnek. Bu örneğimizin diğer baş karakteri diziye ikinci sezonda dahil olan Priest. Adı üzerinde bir papaz olan bu karakter bakirlik konusunda oldukça hassas, öyle ki Fleabag ile aralarında gözle görülür bir uyum ve çekim olsa bile hiçbir şekilde bir şey yaşanmayacağını kendisi sürekli dile getiriyor. Ta ki mâlum ''keel'' sahnesine kadar. Sahnede Fleabag, ‘’İtiraf Odası’’ olarak adlandırılan ve kiliselerde bulunan günah çıkartma kabinine girerek bence dizi boyunca yaptığı en içten ve kırılgan konuşmayı yapıyor. Kabinin diğer tarafında onu dinleyen Priest olsa da bence bu sahnede biraz da Fleabag’in inanmadığı tanrıyla yüzleşmesini ve ona yakarışını izliyoruz. Fakat sahne tam burada bahsettiğim yere doğru gelişiyor. Priest’in yapması beklenen Fleabag’in haykırışlarına karşılık olarak içini rahatlatması ya da tavsiye vermesi iken, söylediği tek şey ''kneel'' oluyor. Diziyi izleyen çoğu kişiye göre bu sahne oldukça çekici olsa da sahnenin aslında çok rahatsız edici olduğunu düşünüyorum. O ana kadar aralarında bir şey geçmeyeceğine dair konuşmalar yapan Priest, Fleabag’in güçsüz ve kırılgan -yani daha önce hiç göstermediği gizli, hassas- tarafını gördüğünde, gözüne birdenbire yemininden dönecek kadar çekici gelmeye başlıyor. Bu da tam olarak sitem ettiğim durum. Yani hiç mi savunmasız kalamayacağız, gardımızı hiç mi indiremeyeceğiz? Kendi karanlık ve gizlediğimiz tarafımızı fetişize edilmeden karşı tarafa göstermemiz mümkün değil mi?
Yazdıklarımın zihninizde düşüncemi bir şekilde canlandırabilmiş olmasını umarak ikinci örneğime geçiyorum. Nuri Bilge Ceylan'ın yeni filmi olan ‘’Kuru Otlar Üstüne’’ filminde karşılaştığımız ‘’Nuray’’ karakterine yani. Nuray da biraz Fleabag’i anımsatır şekilde utanmaz, ne düşündüğünü söylemekten çekinmeyen, yaşadığı küçük şehre rağmen ''komşu görür, elalem ne der, kim ne düşünür'' gibi kalıpları yıkmış bir karakter. Ki bunu bize zaten kendi düşünce ve inançlarını savunurken kaybettiği bacağı da açık açık gösteriyor. Bu örneğimiz yan karakter olmasına rağmen filmin ana karakteri olan Samet ise Priest’ten oldukça farklı bir karakter. Samet temel olarak benci, oldukça melankolik ve bana kalırsa biraz da narsist bir karakter. Bu sonuca varmamın sebebi ilk tanıştıklarında Nuray'ı Kenan'la tanıştırıp sonrasında ikisinin gerçekten iyi anlaştığını gördüğünde kıskançlığa kapılması. Oynamadığı oyuncağı başka bir çocuk aldığında deliren küçük çocuklar gibi yani. Bu örneğin ‘’itiraf kabini’’ sahnesi de bence spagetti ve şarap sahnesi. Sahne sakin bir yemek masası etrafında başlasa da kısa sürede ortam biraz geriliyor ve Nuray, Samet'i köşeye sıkıştıran sorularıyla onu içsel bir sorgulamaya mecbur bırakıyor. Bunu yaparken de kendi kırılgan tarafını ''ben artık bir şey yapamıyorum, mecburen emekli oldum'' diyerek, bacağı yüzünden artık kendi düşüncelerini eskisi gibi aktif sahada savunamadığını ve bu durumun onun için ne kadar zor ve can sıkıcı olduğunu hepimize gösteriyor. Sonrasında sofradan kalkıp kanepeye geçiyor. Yine Fleabag örneğinde olduğu gibi en savunmasız anı Samet tarafından çekici bulunuyor ve yine Fleabag örneğinde olduğu gibi bu sahnenin sonu da yatağa bağlanıyor.
Örneklerimi verdiğime göre sizi biraz düşünmeye davet ediyorum. Toplumda ''güçlü'' ya da ''farklı'' olarak tanımlanan, aklındakileri doğrudan dökmekten korkmayan kadınların, kendi hassas maskülenitelerinin ve egolarının kölesi olmuş erkekler tarafından fetişize edilmeden ya da kendilerini küçültmeden yaşamaları, bu hallerinin bir fantezi -ya da yok olması gereken bir şey- olarak görülmeden sevilmeleri mümkün değil mi?
Buraya kadar okuduğunuz için teşekkür ediyorum ve ilerideki yazılarımda yazılarımı okuyan 20 kişi için daha iyi şeyler çıkaracağıma söz veriyorum.
Comments