Otosansür, autocensure. Kişinin veya kurumların kendi kendilerini kısıtlaması anlamına gelen Fransızca kökenli bir kelimedir. Açık bir baskı olmadan, başkalarının hassasiyetlerine saygı göstererek, herhangi bir makamın ve yetkili kurumun engellemesi olmadığı halde, kişinin kendi çalışmalarını sansürleme veya sınıflandırması eylemidir.
Peki kişiler veya kurumlar, neden böyle bir sansür içerisine giriyorlar? İnsan kendi kendini neden kısıtlar? Hele de böyle özgürlükçü bir çağda yaşarken. Bunu isteyerek mi yapar, yoksa zorunda olduğu için mi? Eğer zorunda ise neden zorunda ya da bunu zorunlu kılan kim ve ne istiyor? Bu makam veya kurumlar neden birini kısıtlamak ister? Böyle onlarca soru sorulabilir fakat benim üzerinde durmak istediğim konu otosansürün tanımından daha geniş bir kapsama alanı olduğudur.
Günümüzde en çok konuşulan konulardan biri halini aldı otosansür. Bunun birden fazla sebebi var fakat en önemli sebeplerinden bir tanesi iktidar. Fakat benim bugün anlatmak istediğim, yukarıda da bahsettiğim gibi daha geniş kapsamlı otosansür. Evet, belki bazı gazeteciler kendi konumlarını sağlamlaştırmak adına bazı cümleleri yazılarına eklemiyor olabilir; bazı sunucular kelimelerini seçerek kullanıyor olabilir, insanlar her yerde her şeyi konuşmaktan çekiniyor olabilir… Örnekler arttırılabilir ama çok icap etmez. Ya işte bir şey olacağı yok da… ya sen yine de çok şey yapma… gibi örneklere günlük hayatımız içinde sıklıkla rastlıyoruz. Bu insanları bu düşünceye iten her ne ise bütün zihinlere işlemiş durumda. Kimisi konuşmayarak, yazmayarak, anlatmayarak bunu yaşıyor; kimisi de yazmayı bırakın yazdırmayarak, çizdirmeyerek, konuşturmayarak bunu hayatlarına entegre etmiş durumdalar. Bütün bunlar, sadece bir kurumun veya makamın, sadece o dönemde, sadece o insanların konuşmalarını, anlatmalarını, yazmalarını istememesi ile alakalı olabilir mi? Ve bu kurum ve makam o kadar güçlü ki bırakın insanlara sansür uygulamayı, kıllarını kıpırdatmadan insanlar kendilerine sansür uyguluyor olsunlar. Bence bu kadar basit değil.
Dünya’ya geldiğimiz ilk andan itibaren çevremizde yaşananlara tanık oluyoruz. Görüyoruz, duyuyoruz, örnek alıyoruz ve yaşıyoruz. Bu kısacık hayat serüveninde, yalın bir insan değiliz. Bütün toplumun oluşturduğu bir bireyiz aslında. Annem, babam, ailem, arkadaşlarım, öğretmenlerim, patronum, taksici hanımefendi, temizlik görevlisi beyefendi, inşaatta çalışan kardeşim, su dağıtan ağabeyim, berberdeki dostum… hepsiyim. Beni ben yapan, bu yaşadıklarım.
Yaşarken başlıyor otosansür. Aslında tüm hayatımız boyunca bizle devam ediyor. Ne makama ne kuruma ne otoriteye ne iktidara bağlı. Elbet etkileri vardır ama asıl otosansür insanın kendi içinde yaşar ve uğraşması gereken en büyük beladır. Tüm makamlardan ve otoritelerden güçlüdür. İşte içimizdeki bu otosansür de toplum getirisidir. Her toplumun kendine ait bir karakteri vardır. Biz inatçıyızdır, cesuruzdur; konuşmayı severiz. Ama iletişim kurmak bize göre değildir. Konuşuruz ama muhalefet etmek bize yakışmaz. Konuşuruz ama eleştirmek olmaz. İçine doğduğumuz bu karakter bize tüm hayatımız boyu eşlik eder. Evde, okulda, işte ve sosyal hayatta. Evde büyükler bir şey dedi mi o yapılır, çocuğun söz hakkı olmaz. Okulda senin ne istediğine bakılmaz, onlar ne isterse onu öğrenirsin. İş, iş hayatı en kötüsü. Her şeyi sen yapmalısın, en iyisini sen bilmelisin, en çok sen çalışmalısın. Ama bir şey istemeye sıra geldi mi isteyemezsin. Neden? Sebepleri farklı yazı konuları aslında. Aslında değil biliyor musunuz? Bizim bir hatamız da çok soyut düşünmek. Her şeyi birbirinden bağımsız düşünüyoruz. Halbuki her konu birbirini tamamlıyor. Hepsi birinin ya sebebi ya sonucu. Otosansür hangi kategoriye giriyor bilmiyorum. Siz seçin, sebep mi sonuç mu?
Demem o ki, otosansür yaşadığımız döneme, kurumlara veya kişilere indirgenebilecek kadar basit bir konu değildir. İktidara, otoriteye, makama, kuruma bağlı değildir. Bu saydıklarım, otosansürün o dönemki içeriğini belirlerler. Fakat asıl sansür bizim içimizden gelir.
Comments